Akıntıya Karşı Yüzen Bir Sanatçı: Nurten Balaban'ın Özgün Yolu
Sanatın derinliklerinde kaybolan fırça darbelerinin, renklerin ve sembollerin peşine düşüyoruz. Nurten Balaban, eserlerinde kadın figürlerini sadece bir tema olarak kullanmakla kalmıyor, aynı zamanda evrensel duyguların ve kolektif bir hafızanın taşıyıcısı olarak konumlandırıyor. Onun tuvalinde can bulan her kadın, Anadolu'nun köklü kültürüyle modern ve masalsı imgeleri bir araya getirerek zamansız bir hikâye fısıldıyor. Renklerin coşkulu dansı, narın bereketi, kuşların özgürlüğü ve horozun cesaretiyle bezenmiş bu eserler, izleyicide sıcak ve samimi duygular uyandırıyor. Sanatçı, bu özel dünyasında izleyiciyi kendi içsel yolculuğuna davet ederken, aynı zamanda sanatın ruhu onarma gücüne de işaret ediyor. Nurten Balaban, bir ressamdan öte, tuvaliyle sessiz hikayeler anlatan bir hikâye anlatıcısı mıdır? Her bir eseri, izleyenin kendi içsel dünyasında yankı bulan, derin birer fısıltıdır.
'Bir resim bin söze bedeldir' Balaban'ın eserleri de anonim bu sözü doğrularcasına, kelimelerin ötesinde, ruhlarımıza dokunan anlamlar taşıyor. Şimdi, Nurten Balaban'ın renkler arasındaki büyülü yolculuğuna daha yakından bakalım.
+Eserlerinizde kadın figürleri yalnızca bir tema değil, aynı zamanda bir anlatıcı gibi görünüyor. Sizce bu kadınlar sizin sesiniz mi, yoksa kolektif bir hafızanın taşıyıcısı mı?

-Evet, eserlerimde kadın figürlerini sadece bir tema olarak kullanmıyorum. Kadınların duyguları bana göre evrenseldir. Dünyanın neresinde olursanız olun, kültürel farklılıklarımıza rağmen ortak dilimiz duygularımızdır. Eserlerimin kolektif bir bilince hitap ettiğini düşünüyorum; bu konuda yüzlerce mesaj alıyorum. Sergilerimde farklı kadınların eserlerimde kendilerinden bir parça bulması ve bunu dile getirmeleri de benim için paha biçilmez bir mutluluk. Kadınların hayatın akışındaki yoğunluğa karşın, benim eserlerimde bir anlık mutluluğu yakalamaları ve istemsizce tebessüm etmeleri benim için çok kıymetli.
+Resimlerinizde yer alan nar, kuş, horoz gibi semboller hem folklorik hem de evrensel anlamlar taşıyor. Bu sembolleri seçerken kişisel mi davranıyorsunuz, yoksa kültürel bir bilinçle mi?

-Hayatta sakinliğe o kadar ihtiyaç var ki! Bu sakinlik duygusu benim sanat yaşamımdaki en büyük yol haritam olmuştur. Düşünün, lisede resim okumuşsunuz, üniversitede resim okumuşsunuz; herkese hitap edecek birçok tarzda resim yapabilecek yeteneğe sahipken siz, kabullenilmesi daha zor bir tarzda akıntıya karşı yüzmeyi tercih etmişsiniz.
İlk resim yapmaya başladığımda klasik İstanbul manzaraları yapıyordum ve son derece beğenilip satılıyordu. Bunun yanında Almanya'da bir galeriye hiperrealist tarzda eserler yapıyordum. Fakat bu resimleri yaparken benim açımdan eksik olan şeyler vardı. Öncelikle, baktığımda ruhum yaptığım eserle özdeşleşmiyordu; bir huzur yoktu, kendimi yaptığım o resme çok uzak hissediyordum. Bu boşluk duygusu, kendimi dinlememe ve yaşadığım coğrafyanın içinde beni mutlu eden tüm motiflerde kendimi aramama sebep oldu.
Evet, resimlerimde kültürel değerlere, mitolojiye, sembollere yer vererek eserlerimi evrensel figürlerle zenginleştiriyorum. Horoz, nar, nazar boncuğu, kilim motifleri, yaşam alanımızdaki hayvanlar ve mitolojik figürleri eserlerimde çokça kullanıyorum.
+Renk kullanımınız izleyiciye güçlü bir ilk temas sunuyor. Sizce renk, duyguya mı hitap eder yoksa düşünceye mi?

-Renkler aslında sadece görsel öğeler değildir, duygu, anlam ve kültürel kodları da taşırlar. Rengin olmadığı bir dünyayı düşünseniz, her şey ne kadar eksik olurdu? Her rengin insan üzerinde bıraktığı bir duygu var. Benim sanatsal üslubumun en temel özelliği, coşkulu renklerin hâkim olmasıdır. Canlı, sıcak, dinamik renkler, eserlerimde sıcak bir atmosfer yarattığına inanıyorum. Bu bağlamda renkler, ruhumuzun en derinlerinde karşı koyamadığımız bir his uyandırır.
+Eserlerinizde zaman lineer değil; figürler ve atmosfer adeta zamansız bir dünyada yaşıyor. Zaman kavramıyla ilişkiniz sanatınıza nasıl yansıyor?

-Düşsel ve kurgusal çalıştığım için eserlerimde zaman kavramı net bir şekilde gözlemlenmiyor. Ama Anadolu motifleri gibi kültürel öğeleri, zaman kavramını geçmiş ve bugün arasında bağ kurarak ilişkilendiriyorum.
+Kadınları masalsı, mitolojik ama bir o kadar da gerçekçi bir biçimde resmediyorsunuz. Bu çok katmanlı temsil sizin gözünüzde kadının doğasına mı, toplumdaki konumuna mı daha yakın?
-Eserlerimde kadın figürlerine hem masalsı hem de mitolojik bir atmosfer içinde yer vermeye çalışıyorum. Bu atmosferde yer alan kadın temsilleri, çoğunlukla masalsı bir zamanın ve mekânın içine yerleştirilmiş olsa da bu kadınlar sadece birer hayal ürünü ya da uzak imgeler değildir. Aksine, bu karakterler güçlü, mücadeleci, süslü, alımlı, bazen kırılgan ama hep canlı ve 'gerçek' bir Anadolu kadını olabilir ya da şehirde yoğun bir tempoda çalışan fakat evine geldiğinde bir anne, bir eş olan, hayatın içinde kendini unutmuş bir kadının içsel yolculuğu da olabilir. Örneğin, bazı eserlerimde doğayla iç içe betimlenen kadın figürleri, kadının yaratıcı, üretken ve sezgisel yönünü temsil eder. Bu bağlamda soruya yanıt olarak şunu söyleyebilirim: Eserlerimde kadın temsili hem kadının doğasına hem de toplumdaki konumuna işaret eder; resimlerimde kadın hem bireysel hem evrensel bir varlıktır hem öznel bir iç dünya taşıyan bir figür, hem de toplumsal belleğin ve kültürel birer taşıyıcısıdır. Eserlerimdeki öncelikli amacım, izleyiciyi kendi içsel yolculuğuna davet etmek oldu hep. Koleksiyonerlerim eserlerimin içinde kendilerinden bir parça, bir duygu, bir his, mutluluk bulsun istedim hep. Ben kendi adıma, sanatın karşı tarafa bir aktarımı olması gerektiği yönündeyim.
+Bazı tablolarınızda figürlerin izleyiciyle doğrudan göz teması kurduğu görülüyor. Bu görsel iletişim sizin için nasıl bir anlam taşıyor? Bir ressam olarak izleyiciden beklentiniz nedir?

-Eserlerimde figürlerin izleyiciyle doğrudan göz teması kurduğu anlar, benim bilinçli ve öncelikli yaptığım bir durum. Burada sıradan bir bakışın ötesinde yoğun, duygusal ve düşsel, umutlu bir his yakalamak oldu amacım. Bu doğrudan bakış hem meydan okuyucu hem de davetkâr bir nitelik taşıyor. Koleksiyonerimi sadece dışarıdan bakan bir göz olmaktan çıkarıp onu resmin parçası haline getiriyorum. Yani kurulan bu göz teması, çoğu zaman sessiz ama güçlü bir iletişim biçimi olabiliyor. Bu gözler, 'senin ne hissettiğini biliyorum' ya da 'o masalda ben de varım' desin istedim. Kısaca, eserlerimde bu gözleri sadece estetik bir seçim olarak değil, güçlü bir iletişim aracı olarak kullanıyorum. Sonuç olarak, resim ile izleyici arasında bir tür ruhsal köprü kuruyorum.
+Resimlerinizde doğayla kadın arasında iç içe geçmiş bir yapı var. Bu birliktelik sizin için bir özdeşlik mi, yoksa bir hayal mi?

-Evet, eserlerimde doğayla kadın arasında iç içe geçmiş güçlü bir bağ var; bu, benim için bilinçli yaptığım bir özdeşleşme taşıyor. Doğa gibi kadın da sürekli bir dönüşüm, büyüme ve yenilenme içindedir. Bu nedenle, resimlerimde gördüğümüz doğa-kadın birlikteliği, bir hayalden çok kadim bir gerçekliğe ve kolektif bir hafızaya dayanıyor. Örnek veriyorum: Kadının saçlarına karışan deniz dalgaları ve balıklar ya da kadının vücudunu saran çiçek desenleri ya da nar ağacı, doğanın bir parçası olan hayvanlar gibi...
+Sizce sanat bir şeyleri onarabilir mi? Yani resim yapmak bir tür içsel veya toplumsal şifa olabilir mi?

-Bu çok derin ve önemli bir soru. Ve evet, sanat duygusal olarak bir şeyleri onarabilir. Bu konuyu küçük bir anıyla anlatmak istiyorum: Üç yıl önce Bodrum'da bir sanat fuarına katıldım. Eserlerimi yerleştirdim ve fuarda bulunan eserleri görmek için öylece geziyordum. Birçok galeri ve eseri gezerek ilerledim. Salonun en son kısmında bulunan bir galerinin duvarında Mustafa Plevneli hocama ait ikiye üç metre gibi kocaman bir eser gördüm.
Yaşadığım aidiyet ve mutluluk duygusunu size nasıl anlatıp hissettirebilirim, bilemiyorum... İstemsizce ayaklarım beni eserin yakınına kadar getirdi; hissettiğim duygu ve heyecan bambaşkaydı. Eserin karşısında öylece durdum. Hayatımda bu kadar etkilendiğim bir eser olmamıştı. Belki yirmi dakika eserin önünden ayrılamadım. İşte, kendinizin bile farkında olmadığınız fakat ufacık bir vesile ile ortaya çıkan o duygunuzla yüzleşme anı. Daha önce bahsettiğim gibi, ruhumuzun kendini ait hissettiği bir eser ile tanışma anı böyle bir şey. Anlamak, hissetmek, kendini bulmak. Bir yara bandı değil belki, her şeyi düzeltemez fakat hissettiklerimizi taşımamıza yardımcı olabilir. Ve bu bazen ruhun onarımı için yeterlidir.
+Sanatçının görevi anlam üretmek midir, yoksa anlamla yüzleşmek mi? Siz resim yaparken bu soruyla ne kadar haşır neşirsiniz?

-Bu sorunun tek bir cevabı olmayabilir. Ancak kendi deneyimlerim açısından şunu söyleyebilirim: Bana göre sanatçının görevi hem anlam üretmek hem de anlamla yüzleşmektir. Yalnızca birisi varsa sanat eksik olur diye düşünüyorum. Sanatçı sadece bir anlam üretici değildir, aynı zamanda anlamın ağırlığını taşıyan ve onunla samimiyetle yüzleşen kişidir. Anlamı üretirken yaşadığımız deneyimler, kültürel birikimler, çatışmalarımız, heyecanlarımız, umutlarımız, anlamı üretirken anlamla yüzleşmemize de karşılık verir. Sanat derinlik ister, yüzeysel değildir. Resim yaparken ben de birçok ressam gibi bu olgularla sürekli yüzleşiyorum.
Sanatın iyileştirici gücüne ve derin anlam arayışına dair bu keyifli sohbet için Nurten Balaban'a teşekkür ederiz.
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!